reklam
reklam reklam reklam
Ana Sayfa Yazarlar 13.06.2019 1166 Görüntüleme
Mehmet Mahmut YILDIZ

ŞAHLANIŞ HAREKETİ GENEL BAŞKANI

YAPILAN ŞEY SEÇİM DEĞİL KANDIRMACA

31 Mart yerel seçimlerinden sonra, aklı başında hiç kimsenin anlam veremediği biçimde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri iptal edilmişti.

Güya sandık kurulları usulsüz oluşturulmuştu, bu usulsüzlük seçim sonuçlarını etkilemişti; ama nedense kimse nasıl etkilediğine dair bir delil göstermemişti. Hem nasıl olmuşsa bu usulsüz teşkil edilen kurullar, yalnız iktidar partisinin çiftliği olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini etkilemiş, seçmenin zarfa attığı diğer üç oy pusulasına değmemişti.

Dememiz odur ki 23 Haziran seçimleri aslında seçim falan değildir. 17 gün başkanlıktan sonra mazbatası resmen gasp edilen Ekrem İmamoğlu’nun o koltuğa yeniden oturup oturamayacağının test edilmesidir.

23 Haziranda yapılacak olan şey seçim değildir de 31 Mart 2019 dahil, ondan öncekiler ne kadar seçimdir? Biraz da ona bakmak gerek.

Vatandaşın sandığa giderek özgürce oy kullanması, ya da kullandığını sanması, bir eylemi seçim yapar mı? Vatandaş oy verirken neyi seçmektedir. Neye ve kime oy verdiğini ne kadar bilmektedir, seçtiğini ne kadar tanımaktadır.

Öncelikle ülkemizde son yıllarda seçim atmosferi asla adil biçimde yürütülmemektedir. İktidarı elinde bulunduran parti, helal-haram, kul hakkı, beyt-ül mal demeden devletin tüm imkânlarını, araçlarını sınırsızca, fütursuzca kullanmaktadır.

Medya % 90 oranında ele geçirilmiştir ve bu sahibinin sesi medya, muhalefete tümüyle kapalıdır. Partili cumhurbaşkanı, hiçbir seçim yasağına tabi değildir. Muhataplarına istediğini, istediği gibi söyleme, hatta kalay çekme hakkı sınırsızdır. Ama nasıl oluyorsa Türkiye’de adil bir seçimden söz edilebilmektedir.

Seçmen partiye oy vermektedir ama adayı kendi seçmemiş, belki yüzünü bile görmediği kişileri meclise vekili diye göndermiştir. Adayı seçen parti lideri ise vatandaş neyi seçmiştir ve seçtiğinden gerektiğinde nasıl hesap soracaktır? Vatandaşla bir kez bile yüz yüze gelmeyen ve meclise girmesini tümüyle genel başkanına borçlu olan bir vekil, kendini kime karşı sorumlu hissedecektir?

Vatandaşın küçük bir bölümünün oyunu alan, programı güçlü, liderleri mevcutlardan daha donanımlı olan siyasi partilerin bu günkü seçim barajlarıyla meclise girmelerine imkân var mıdır?

Bugün seçimler, siyasilerin, özellikle iktidar kanadının her şeyini borçlu olduğu, ama yalancıktan karaladığı 12 Eylül cuntasının armağanı olan bir sistemle yapılmaktadır ve asla adil olmadığı gibi, adından başka hiçbir şeyi de seçim değildir.

Bugünkü siyasi partiler kanunu ve seçim kanunları, tümüyle hukuk dışıdır. Bir sistemin kanuna uygunluğu, hukuka uygun olduğu anlamına gelmez. Eğer bu ülkenin yarınları için gerçekten kaygı duyuluyorsa bu iki yasa acilen değiştirilmelidir. Seçimler iki turlu yapılmalı; partiler, genel başkanın belirleyip güttüğü delegelerin sultasından kurtarılmalıdır. Adayları, parti liderleri değil, önseçim marifetiyle, seçmen belirlemelidir.

Bu, yasama organının lider sultasından kurtulmasını, vekillerin özgürleşmesini; lidere değil  topluma hizmeti hedeflemesini sağlayacak bir uygulamadır. Şu anki parlamento, ön seçimle belirlenmiş bazı istisnalar dışında; iktidarıyla, muhalefetiyle, oturdukları koltukları lidere borçlu olan bir kuru kalabalıktır.

Kaldı ki aslında ÇORBA yasa olan TORBA yasalar ve Sayın Erdoğan’ın “ALLAHIN BİR LUTFU” olarak gördüğü 15 Temmuz kalkışmasından sonra icat ettiği KHK’lar yoluyla bu işlevsiz parlamento bile, tümüyle devre dışı bırakılmaktadır.

Şu an ülkemizde yasama bağımsız olmadığı gibi yargı da bağımsız değildir. Memleketin yargıç ve savcıları, en yüksekleri dahil; zincirsiz kölelerdir. Hiçbiri cumhurbaşkanının arzusu hilafına karar verecek konum ve cesarete değildir.

Bu ülkede mutlak biçimde özgürlük bir mevki, bir kişi için söz konusudur. O da hem partinin, hem yürütmenin hem de her şeyin başı; tüm iyi şeylerin sahibi, tüm kötülüklerden masum ve sorumsuz olan sayın Cumhurbaşkanıdır.

Oturduğu Türkiye otobüsünün şoför koltuğunda, ”YALLAH ŞOFÖR!” müziği eşliğinde, kafasına göre direksiyon sallamakta, istediği gibi şerit değiştirmekte; hatta canı eğlenmek istediğinde drift bile yapmaktadır. Otobüsün gazında sorun yoktur da freni olduğu oldukça şüphelidir. Şoförün özel beslediği bazı seyirciler, kenardan durmadan tezahürat yapmakta, “Bas gaza, bas gaza!” diye ona fazladan gaz vermektedirler. Muhtemel bir kaza durumunda” Ben sana söylemiştim.” diyenler de ilk yol göstericiler de kesinlikle onlar olacaktır.

Bu ülkede ilk yapılması gereken iş, o otobüse münasip bir fren takmak; o sürücüyü kurallara uygun araç kullanmak konusunda ıslah etmek; olmazsa direksiyondan indirmek olmalıdır.

Türkiye’de kuvvetler ayrılığına dayalı, yargı bağımsızlığını ve yargının yürütme üzerindeki denetimini sağlayacak bir sistemin kurulması elzemdir.

Yasama organı, Senato ve Büyük Millet Meclisi olmak üzere, birbirini tamamlayacak ve denetleyecek iki basamaklı bir sisteme oturtulmalıdır.

Bütün bunlar yapılmadıkça bu ülke seçmeninin sandıkla münasebeti asla gerçek anlamda bir seçim olmayacaktır. Vatandaş seçer-miş gibi yaparak avunacak; güya seçil-mişler ise kendilerini seçen gerçek seçmenleri, liderlerin kapıkulları olarak vatan sathında arz-ı endam eyleyeceklerdir.

Bunları göremezsek demokrasiyi, refahı, huzuru ve her bakımdan gelişmiş bir Türkiye’yi ancak rüyada görür, iktidar beslemesi televizyonlardaki reklamlarda izleyebiliriz.

En kalbi saygılarımla…

 

Yorumlar

İlginizi çekebilir

MÜBADELE

MÜBADELE

Tema Tasarım | AnatoliaWeb