reklam
reklam reklam reklam
Ana Sayfa Yazarlar 27.02.2018 1589 Görüntüleme

BODRUM’DA METRO VARDI DA BİZ Mİ BİNMEDİK

Şimdi konuya ilk öncelikle İstanbul Belediyesinden tüm İstanbullular adına bir maruzatım ile başlamak istiyorum. Allah rızası için şu belediye otobüslerine küçücükte olsa bir lavabo yapın. Ya abi, 15 dakikalık bir mesafe gitmiyoruz ki, en az bir buçuk saat kafadan. Hele bu milletin iş çıkış saatine denk gelirse vay haline. Ben diyeyim 2 saat sen de 2 buçuk saat. Geldiğim günden beri akşamları eve normal bir insan gibi giremedim. Sürekli paldır küldür ayakkabıları çıkarmadan lavaboya koşuyorum. Lütfen metabolizması hızlı çalışan insanları da düşünelim. Neyse, İstanbul’a geldiğimden birkaç gün sonra bir grup arkadaşlarla tanıştım. Tabi baktılar bu kız buranın yabancısı yol bilmiyor iz bilmiyor sağ olsun müsait olduklarında bana İstanbul’u öğreteceklerdi. İlk olarak da gruptan bir hatun gel dedi Mecidiyeköy’den buluşalım oradan şişli, Nişantaşı falan yaparız. Oraları da görürsün. Eyvallah dedim olur. Mecidiyeköy’ün son durağında ineceksin, ama orada iki son durak varmış, ilkinde iniyorsun. Hatta Murat Muhallebicisi var görürsün orada in. Tamam, olur anlaştık. Neyse otobüs geldi bindim, bu arada geldiğimden beri ilk defa otobüste oturacak yer bulmuştum. Nasıl duygulandım anlatamam. Benden bir sonraki durakta başka ufak bir genç kız bindi. Akbilini bastı geçti. Şoför, “dur neden ücretsiz” dedi. Garibim kızda ne ücretsizi, olmadı mı bir daha yapayım derken, sonra bir fark ediyor ki, annesinin 65 yaş üstü kartını almış. Onu basmış. Ama kızcağız utandı, belli bilerek yapmamıştı. Neyse başka akbil de yok, otobüste duymazsam rahat edemediğim cümle geldi. “Akbili olan var mı?”
Adamın biri akbili bastı, kız 10 lira verdi. Eee sonra para üstü yok. Adam demesin mi bozuğum yok. Ulan iyi iş ha günde 3 kişi için akbil bassan sonra para üstüm yok de. Aylığa vurduğunda iyi para   Eee “İstanbul’un taşı toprağı altın” sonuçta. Bende kendime malzeme aradığımdan sokağa çıktığımda herkesi dinliyorum yalan yok. Bu kez ön tarafıma bir bayan oturdu. O da İstanbul’un yabancısı belli. Yan tarafındaki adama bir yer söyledi anlamadım. Oraya var mı daha geldiğimizde bana haber verebilir misiniz? Der. Adamda tamam bende orada ineceğim zaten diyor. Durum böyle olunca kadında haklı olarak adamı takip ediyor, indiğinde o da inecek. Neyse abi sonra bir baktım bir bayan, bu adres soran hatuna; “sizin ineceğiniz yeri geçtik bu arada bir önceki duraktı. Haberiniz olsun.” Dedi.
Tam o sırada adam demesin mi; “Evet ben karar değiştirdim orada inmeyeceğim” Ulen hatuna da karar değişikliğini söyleseydin de o da seni takip etmeseydi. Neyse bende ineceğim yeri kaçırmamak için pür dikkat etrafa bakıyorum. Abi üşenmeyip bir gökdelenler yapmışlar. Ben alışık değilim bina dediğin max.4 kat olur. Ev dediğin 2 katlı olur. Yemin ediyorum boynum ağrıdı bak bak bitmeyen cinstten binalar. Aşağıdan baktığında binanın çatısı bulutlara değiyor gibi. Yani asansör ile en üst kata çıktığınızda kapıyı açar açmaz Tanrı ile karşılaşıp, direk hesap vermeye başlıyorsunuz. Yani aklıma başka bir şey gelmiyor. Neyse, biz buluştuk. Hatun beni gezdirmeye başladı. Allah var Mecidiyeköy, Şişli, Nişantaşı yok teşvikiye yok taksim derken abi benim beynim bir yandı. O anlatıyor, şurası böyle burası böyle. Tek geleceğin zaman buradan bineceksin yok orada ineceksin. Bir yandan etraf kalabalık insanlar üzerime üzerime yürüyor. Ya Allah var hatun anlatırken eyvallah o anda anlıyor gibi oluyorum. Ama sonrası yok, bir daha ben oralara hayatta tek başıma gidemem. Çok tuhaf bir şey var İstanbul’da 2 dakika önce geçtiğim sokağı 3. Dakika da tanıyamıyorum. Az önce biz buradan geçtik mi? Hep bir tereddütlü sorular.
Sen metroya bindin mi? dedi. Bindim dedim. Yok, “o bindiğin tramvay” dedi.
Neyse Taksime gitmek için metroya gidiyoruz. Dedi hemen 5 dakikada varırız. Eyvallah doğru 5 dakikada varıyorsun da abi yerin bilmem kaç metre altına inmişiz. Akbil bastıktan 15 dakika sonra metroya ulaşıyorsun. İnmeye başladık internet çekmiyor. Ufacık bir koruyucu yapmışlar. Yaslanmak, yok burayı geçmek yasak ve tehlikelidir. Nereye indik lan biz? Haydi, bir şekilde metroya bindik abi tamam eyvallah, eyvallahta bu sefer çıkamıyoruz. Hani takım taraftarları kendi stadlarının semtini söylerler ya, “Burası Beşiktaş buradan çıkış yok” gibi.. Yok, abi değiştiriyorum. Burası “Metro” buradan çıkış yok denmeli. Bizim Bodrum’da bir yere girdiğinde çıkış tabelasını gördüğünde hemen o noktadan çıkmış olursun. Abi 7 kere çıkış tabelası görüyoruz ama yok anasını satayım çıkamıyoruz. Dalga mı geçiyorsunuz lan benimle, kamera şakası mı oğlum bu. Sağlı sollu birde yürüyen merdiven yapmışlar. Ortasında da normal merdivenler. Ortadaki normal merdiveni kullananlar için yukarıda ambulans bekliyor. Neden mi? Everest gibi anasını satayım. O merdiveni çıkan için eşek değiller ya artık, ee bir suni teneffüs yaparlar. Ha bu arada kural varmış. Yürüyen merdivenin sol tarafında mal gibi durulmazmış. (Hay kuralları batasıcalar) Neyse gezdik tozduk tekrardan benim ilk buluştuğumuz noktaya gitmem gerekiyor. “Tek başına gidebilir misin?”  ya aslında biliyorum gidemem. Ama onu da tekrardan yormak istemiyorum. Giderim ya dedim. Anlattım buradan buraya gideceğim. Yok dedi. Bir daha tarif ettim. Yok dedi. Baktı benden olmayacak dur tamam ben seni tekrar götüreceğim dedi. Yeminle kendimi geri zekâlı gibi hissettim. Neyse oradan sağ olsun beni grubun başkahramanına emanet etti. Karşıdan karşıya geçeceğiz, nasıl trafik var ama bastı önümden gidiyor. Ama helal olsun o arabanın önünden geçiyor öbürünün yanından 2 ters bir düz derken karşıya ulaştık. O olmasaydı zaten, ben var ya herhalde 110 itfaiyeyi arayıp trafikte yangın var beni karşıya geçirin derdim. Ama bir şey fark ettim. Hatun mutluluğun formülünü bulmuş. Arka arkaya 3 adet türk kahvesi içti. İlk buluştuğumuzda yüzünde İstanbul’un gerginliği vardı. Kahvelerden sonra Bodrum’da yaşıyor gibiydi. Neyse artık eve dönme vakti geldi. İstanbul’da bir şey fark ettim. Burada otobüste uyumak diye bir kavram var. Ve otobüste insanlar o kadar tuhaf davranıyorlar ki; “kendi kendine konuşmak gibi, kulağında kulaklık sesli şarkı söyleyip eliyle hayali gitar ya da piyano çalmak gibi..” Ve işin ilginç tarafı bunlara sadece ben şaşkınlıkla bakıyorum. Dışardan bir göz ile bakıldığında İstanbul’da yaşayanlar için “teşhisi konulmamış ruh hastaları” diyebilirim.
Allah’ım sen onlara yardım et.
Seviliyorsunuz,

Esen kalın.

 

Yorumlar

Tema Tasarım | AnatoliaWeb