reklam
Ana Sayfa Sür Manşet, Yazarlar 3.10.2022 1103 Görüntüleme
Muharrem Kaynak

Muharrem Kaynak

DOĞU KARADENİZ GEZİSİ’nin ARDINDAN (22 -28 EYLÜL 2022)

22 Eylül 2022 tarihinde İzmir’den uçak ile iki saatte Trabzon’a vardık, önceden yapılan planlama ve koordinasyon ile kiralanan iki minibüs aracına bindik. Bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Çamlıhemşin öğretmen evine ulaştık, sıcak bir karşılama, ilgi ve ikramın ardından odalarımıza yerleştik. 1970’li Kara Harp Okulu İzmir Grubu’na mensup Emekli Subay arkadaşlarımızın çoğunun eşi öğretmen olduğu için öğretmen evinde konaklayan sakinlerle hemen içli dışlı olduk. Geziye eşleri ile birlikte katılan arkadaşlarımız ile 34 kişilik bir grup oluşturduk.

Başta grup başkanımız E.Alb. Feryal Türköz ile, başkan yardımcılarımız, E.Alb. Kamil Tatlıcı ve E.Alb. Ahmet Hamdi Kanay‘ın bu gezinin planlama, koordinasyon ve icrasındaki gayretli çalışmalarını tüm arkadaşlarımız takdirle karşıladık. Şükürler olsun ki kazasız ve hasarsız olarak sağlık içinde gittik, gezdik, gördük ve yuvamıza salimen döndük.Planlayan ve emeği geçen tüm arkadaşlarımıza tekrar tekrar teşekkürlerimizi sunuyoruz.

İlk gün, sabah uyandığımızda penceremizden bakınca, öğretmen evinin önünden şarıl şarıl akan ve yemyeşil vadilerin  yamaçlarını da  aynı ses ile inleten Fırtına deresinin su seslerini daha da  net bir şekilde duyduk. Fırtına deresinin akışını izlemek, suyun çağlayış sesini duymak… ve dakikalarca bu derenin sesini dinlemek çok keyifli ve çok zevkli oluyor…insan her şeyi unutuyor ve öyle … bir yerlere dalıp gidiyor,  hissettiklerimi ve onun hazzını kelimelerle sizlere anlatmam imkansız…

İşte bu sesler ve güzellikler arasında üç gün burada konakladık. İkinci gün onurumuza düzenlenen tulum eşliğindeki müzikli akşam yemeğinde…  tulum çalan genç sanatçı sempatik tavır ve hareketleri ile hepimizin gönlünü kazandı ve bize önce tulum eşliğinde halay çekmeyi öğretti, bir de halay çekerken tekrar edeceğimiz sözleri…gelsun gelsun, beraber beraber… oy, oy… vb. söz ve ritimlere hemen ayak uydurduk. Tulum’un tanıtımı esnasında sanatçı, tulumun cebi de vardır dediği için tulumun cebine arkadaşlarımız epeyce bahşiş de koydular.

*Gezi esnasında izlediğim ve gözlemlediğim diğer bir önemli konu ise, Ayder yaylası dahil, cennet yurdumuzun bu güzel yerlerini de  Arap turistlerin doldurmuş olmasıdır. Onlarla aramızdaki kültür farkı ve modern yaşamdan uzak hal ve hareketlerinden dolayı onları yadırgadım. Hemen her yerde , dağda, kırda, ve bayırda bir Arap aile reisi, arkasında tam tesettürlü, çoğu peçeli ve burkalı en az iki kadın yürüyor.Arap kadınların geçtiği her yer kesif bir parfüm kokusu ile doluyor. Bazı erkekler şalvarlı, sakallı ve takkeli olarak, ellerinde tesbihlerle kafelerde nargile şişiriyorlar, ancak en zengin insanların gidebildiği restoranları tıklım tıklım dolduruyorlar.Arap turistlere hizmet eden vurguncu esnafımız halinden memnun, sizin yüzünüze bakmadığı gibi size yukarıdan bakıyor.Yerli turist kafilelerine pek hizmet etmek istemiyorlar. Henüz bu bölgede  Araplar’a arazi ve emlak satışı yapılmamış olmasına rağmen Arap turistlerin bu bölgeyi turizm amacı ile seçmiş olması da dikkatimizden kaçmamıştır.

*Trabzon’da akşam yemeğinden sonra şehir merkezindeki havuzlu park ve  meydan da dolaştık, yine Arap turistler her tarafı işgal etmişler, halkın dinlenmesi için ayrılmış olan bank ve oturma yerlerini de işgal etmişler, restoran ve kafeleri tıklım tıklım doldurmuşlar. Bazı Arap erkekleri, bölgede emniyet ve asayiş için zabıta ve polis ekiplerimiz olmasına rağmen erkenden banklarda boylu boyunca uzanıp yatıyorlardı.

*Gezimiz altı gün sürdü,  son gece Aymer isimli butik bir otelde kaldık, bu oteli anlatmadan geçemem, sahipleri karı koca 35 yıl Bursa’da yaşamış ve iş kurmuşlar sonunda emekli olup Borçka’da kendi köylerine yerleşmişler. Ercüment ve Meryem Ertürk çiftinin güler yüzlerini ve  misafirperverliklerini ve Meryem Hanım’ın hamaratlığını anlatamam. Bizim grubumuza ve içimizdeki şöfor ve görevliler dahil kırk kişiye öyle bir akşam yemeği verdiler ve bize öyle bir hizmet ettiler ki, hiç birimiz memnuniyetsizlik duymadık, hizmet ve yiyecekler mükemmeldi.

… işte o gecenin sonunda ben, ATATÜRK şiirlerimden bir demet seslendirdim, büyük bir coşku ile alkışlandım… ve sonunda aramızdan yetişen devre ve sınıf arkadaşımız, Sn. E. Orgeneral Galip Mendi kısa bir konuşma yaparak heyecan dolu grubumuza hitapta bulundu ve …hep birlikte İzmir Marşını ve Harbiye Marşını yüksek sesle ve haykırarak söyledik, bir grup arkadaşımız ile geceyi burada geçirdik, diğer büyük grup ise Borçka’da bir otelde konakladı.

*Gezi öncesi istek üzerine, seçerek ve beğenerek doldurduğum  “Kara Deniz” şarkı ve türkülerinden oluşan flash belleklerdeki müzik eşliğinde minibüsler ile adım adım, gün gün gezerek, görerek ve hayretle izleyerek geçirdiğimiz gezimize ait altı günün programını aşağıda yazacağım.

Ancak bu bölgemizin, her insanımız tarafından ömürlerinde mutlaka bir kere de olsa görülmesi gereken doğa harikası yer ve diyarlar olduğunu belirtmek isterim. Doğa, deniz, dağ ve yem yeşil ormanlar, sarp ve yüksek tepeler, derin vadiler ve dik yamaçlar ile yüksek tepelerden akan buz gibi dağ ve kaynak suları, çağlayanlar, şelaleler, dereler, çaylar ve ırmaklar… yemyeşil çay bahçeleri ve çay toplayan Karadeniz güzelleri görülmeye değer….

*Yine ayrı bir tespit ve izlenimi mi aktarıyorum; Devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm hükümetleri çok zor, çıkılmaz, sarp kayalar, tepeler, azgın akan dereler ile oralarda yaşayan vatandaşlarımıza yol, su ve elektrik götürmüş, heyelan ve toprak kaymalarını önlemek için barajlar, bentler, set, duvar ve engeller yapmış, tünelleri, köprüleri, menfezleri, asfalt  ve taş döşeme yolları da yapmış.Büyük ve merkez köylere okul bile yapmıştır.

Ancak, bölge halkı “her şeyi devletten bekler gibi görünüyor” devlet yaptı ise tamam, kendilerince şunu da , şurasını da, şu yolu veya patikayı da ben yapıp ıslah edeyim, tamir ve onarımını bizler yapalım dememişler.Çay yetiştirdikleri dik ve yamaç yerlerden ekmek parası kazanıyorlar, buralarda kadın ve erkek ayrımı olmaksızın alın teri ile kendileri için çalışıyorlar.Dağ ve tepelerden yaz ve kış mevsiminde devamlı su akan derelerden istifade ile daha ziyade fasulye, mısır, domates , biber, lahana ve kara lahana yetiştiriyorlar.

Fındık ve kestane ağaçlarının ve yetiştirdikleri çayın bereketinden istifade ediyorlar, çok yerde  ekimi yapılmış kivi bahçeleri var ve teşvik de görüyorlar. Elma, erik ve armut gibi meyveler var, her evin bahçesinde birden fazla üzüm asması var, iki çeşit bardacık eriği ile bir çok bahçede ayva ağacının var olduğunu da gördük….

Bölgede mısır ekimine önem veriyorlar ve mısır unu ile mısır unundan yapılan yemek ve ekmeklere çok rağbet ediliyor, marketlerde kavrulmuş ve fırınlanmış mısır unu satılıyor, kendileri de bu undan börek ve ekmek yaptıklarını ve yemeklerde kullandıklarını söylüyor.

Yurdumuzun  batı bölgelerinde olduğu gibi buğday, arpa, çavdar, yulaf ve susam ekecek düz  tarla ve toprak alanlar burada yok, nerede ise hayat mısır unu ve ekmeği ile devam ediyor.

Çoğunlukla keçi ve inek besleyerek süt, yoğurt, peynir ve tereyağı elde ediyorlar. Arıcılık çok yaygın, kara kovan ve fenni kovan usulü ile üretilen bal, kestane balı ve dünyaca ünlü anzer balı da bu bölgenin spesiyali.Evcil hayvanlardan kedi ve köpekler her ev ve hanenin bekçileri olarak yetiştiriliyor.Horoz ve tavuk her evin vazgeçilmezleri.

Bu bölgede üç beş haneli köyler ile diğer yerleşim yerleri arasındaki mesafeler epeyce uzak olduğu için, evler dik ve sarp yamaçların üzerinde ve eteklerinde kurulmuş, her köyde cami yok,  büyük köyler hariç hemen hepsinde her aile ölülerini kendi evlerinin bahçesine gömüyor ve mezarını oraya yapıyorlar.

Yurdumuzun bu yöresini gezerken tespit ettiğim diğer ve bence önemli bir özellik de, şırıl şırıl akan çeşmeler ve kaynak suları için batı bölgelerimizdeki gibi tarihi ve mimari özellik ve güzelliğe sahip bir çeşme göremeyişimdir. Bu çeşmelerin ve pınarların suları basit bir ark ve oluktan veya basit bir borudan akıyor veya kendi kendisine yatak oluşturmuş öyle… akıp gidiyor. Öyle; oyma taş  ve mermer kitabeli tarihi eser niteliği taşıyan bir çeşme göremedik.

Devletimiz GİRESUN’da  ve TRABZON’ da geniş kapasiteli birer havalimanı yapmış olmasına rağmen bir de  “denizden toprak kazanarak” çok büyük ve çok güzel “RİZE – ARTVİN” hava alanını yapmış ve tamamlamış, bu üç hava alanı bölgedeki diğer il ve ilçelerimizin halkına da  hava yolu ile ulaşım kolaylığı sağlamaktadır. ( Rize – Artvin hava alanında halen tanzim ve çevre düzenlemeleri devam ediyordu.)

Bölge halkı çok samimi, nüktedan ve çok espritüel, genel olarak misafirperver ve misafirlere karşılık beklemeden bir şeyler yedirip içirmek ve ikram etmek için uğraş veriyor. Ancak Arap turistlere hitabeden ticaret erbabı kişiler ( paranın tadını alanlar) ve tüccarlar hep kar etmek düşüncesi ile yüksek fiyata mal satıyorlar. Onların bazıları, para veren Araplar’ı daha çok seviyor ve onlarla ilgileniyorlar veya  bize öyle görünüyor.

 GEZİ GÜZERGAHIMIZ ve GEZİDE GÖRDÜKLERİMİZ :

*Çamlıhemşin’den çıkış ve  Ayder yayla yolundaki TAR Şelalesi’ne zor da olsa çıkış ve dönüş, Ayder yaylasına çıkış ve çevresinin panoramik olarak görülmesi, dönüşte Gürgendibi restoranda akşam yemeği.( Planlamada olmasına rağmen, Uzun Göl’e gitmedik, orasını da Araplar işgal etmişler ve gezilmez ve yaşanmaz bir hale getirmişler… bu yüzden iptal ettik) Bilmediğimiz bir kaç coğrafi bilgi de edindim. Çamlıhemşin var, birde Hemşin var, bu iki Hemşin halkının köklerinin birbirinden farklı olduğunu öğrendim.

*Elevit deresi boyunca yola devam edilerek, Cinciva Köprüsü, Zil Kale, Polovit şelalesi, öğleyin Çayeli Laleli restoranda kuru fasulye ve pilav yedik, bilahare Ağaran şelalesini gördük…

 *Çamlıhemşin’den ayrılış ve yolumuzun üzerindeki Fındıklı’da “Atatürk Parkı Gazinosu önünde” devre arkadaşımız E. Topçu Albay Mustafa Türkselci, eşi, iki erkek kardeşi  ile onların eş ve çocukları tarafından Tulum çalarak karşılama, ikram edilen baklava ve diğer ikramların alınması, fotoğraf çekimi… “Fındıklı’ya yöre halkı Küçük İstanbul adını vermiş”…devamla…Çaykur Çayeli çay fabrikasının gezilip görülmesi… 

*Çifte köprülerin görülmesi, Dik Yamaç köyüne çıkış, yaşam tarzı müzesinin gezilmesi, Köy muhtarı İdris Numanoğlu ve Emine Hanım’ın (Emine Tamtabak’ın) kek, pasta ve kara üzüm ile laz böreği ikramının alınması ve fotoğraf çekimi… Buradaki yaşam tarzı müzesini yaptıran ve müzeyi çevreden topladığı 800’den fazla eser ile zenginleştiren kişi aynı köyde doğan Yüksek Makine Mühendisi Naim Özkazanç’tır.Her kim ki köyüne müze yapmak istiyorsa bu müzeyi görsün ve kendisine örnek alsın diyorum, etnografik de olsa çok güzel dizayn edilmiş ve çok güzel özelliklere sahip bir müzedir.

*Dikyamaç köyünde doğan ve çocukluğunda çok büyük mahrumiyetler de çeken  Emekli ve rahmetli Tuğgeneral Yekta Numanoğlu şimdiki Muhtar İdris Numanoğlu’nun amcasının oğlu olup, köyün  tanıtılmasında ve  müzenin yapılmasında büyük katkıları olmuştur. Rahmetli generalimiz dahil bu köyden yetişen ve okumuş kişilere ait fotoğraflar ve soy ağaçları dahil (biyografilerin de asılı olduğu) bu müzeyi yaptıranların  tamamına şükranlarımızı sunarız.         

*Kamilet vadisine varış, çevre hakkında bilgi alınması Mençuna şelalesi hakkında  bilgi alınması “hava yağışlı olduğu için şelaleye çıkılamadı” dönüşte Arhavi Gresta pidecide  öğle yemeği. Devam ile …Şavşat ‘a varış, Tibeti kilisesinin görülmesi…

*Tibeti kilisesi…yine de haşmeti ile ayakta duruyor, Anadolu’da gördüğümüz  diğer kiliseler ile karşılaştırdığımızda, büyük bir kilise olduğu belli oluyor. 6/7 Eylül 1955 olaylarında ilçe Kaymakamı’nın emri ile dinamitlenmiş ve kilisenin azametli kapısı ile yan duvarları yıkılmış, şu anda çatısı da yok ve harabe halinde…bahçe duvarları dahil yıkılmış ve sökülmüş, yok edilmiş, bu kiliseden ve yerin altından Şavşat kalesine gizli bir geçit olduğu bölge halkınca söylenmektedir.

*Karagöl’e çıkış, Ardanuç’a varış ve Dede restoran’da Çağ kebabı, Artvin’de Ata Tepe’ye çıkış , Hatilla vadisi boyunca seyir ve camlı terasın görülmesi. Artvin Ata Tepe’deki dünyanın en büyük Atatürk anıtı olarak tescillenmiş olan ATATÜRK anıtının görülmesi ve bu tepeden şehrin panoramik olarak seyir ve izlenmesi.

*Anıt hakkında bilgi: Anıt, Sıtkı Kahvecioğlu Vakfı tarafından dört milyon Amerikan doları harcanarak yaptırılmış ve Artvin halkına hediye edilmiştir.Heykel Gürcistan -Tiflis Üniversitesi Öğretim Üyesi Heykeltıraş Doç. Dr. Jumber Jikia tarafından yüz kişilik bir ekip marifeti ile bir yılda tasarlanmış ve imal edilmiştir, 19 MAYIS 2012 tarihinde görkemli bir törenle açılmıştır.İçinde 52 adet çelik boru, 1480 parça çelik konstrüksiyon mevcuttur, yapımında 50 ton çelik, 10 ton bakır kullanılmıştır.Toplam ağırlığı 60 ton’dur, 13 metre yüksekliğinde bir kaide üzerine 22 metre yükseklikte olan ve ATATÜRK’ün Büyük Taarruz Sabahı Koca Tepe’deki  yürüyüşünü simgeleyen bu muazzam ATATÜRK heykelini yapan ve yaptıranları tebrik ediyor, kutluyor ve şükranlarımızı sunuyoruz.

*Folklor zenginliği ve ATA BARI oyunu ile hatırladığım ARTVİN’i artık ATA TEPE ve ATATÜRK heykeli ile de  hatırlayacağım. Tünel, köprü ve barajları ile yüksek tepelerini, uçurum, yar ve yamaçlarını asla unutmayacağım.

*Artvin’den ayrılış, Borçka’ya varış, Karagöl’ün görülmesi, Camili köyüne gidiş, hudut karakolunu ziyaret ve Gürcistan sınırının görülmesi, Macahel yolu üzerinden çevrenin seyri, yüksek tepelerden civarın ve Gürcistan sınırının seyri, Aymer butik otele dönüş ve tüm ekip arkadaşlarımız ile müşterek alınan akşam yemeği…

*Gezi esnasında iki adet KARAGÖL gördük, birisi Şavşat ilçesinde, diğeri  Borçka’da her iki göl de krater gölü gibi tepelerin doruğunda ve orman içinde. İkisi de görülmeye değer, Milli Parklar içinde çok çok güzel bir manzara arz ediyor. Borçka’daki KARAGÖL  dağ sularından oluşan ve devamlı akan bir dere ile doluyor ve diğer bir ayağından da küçük bir derecik ile sularını boşaltıyor, bu göl diğerine göre daha temiz ve berrak bir su ile dolu. Her iki gölde de canlı yaşam mevcut olup, daha ziyada yumurtadan üretilmiş canlı balıklarla doludur.

*Son günümüzde 28 EYLÜL 2022 eşyaların toplanması ve valizlerin hazırlanması, Pazar ilçesine varış, çay, peynir, bal, tereyağı , fındık …vb. yöreye has organik mal ve ürünlerin satın alınması,

*Dört gözlü ve civarın en büyük tarihi köprüsü olan Kocaköprü’nün görülmesi, Kocaköprü köyüne çıkış ve bizleri gezdiren minibüs şoförümüzün (Tolga’nın) evinde ikram ve ziyafet “hamsili mısır ekmeği, laz böreği, baklava, yaprak sarma,su ve çay … bu saydıklarım esasen bu bölgenin spesiyalidir”…Tolga 25-30 yaşlarında evli ve çocuk sahibi, eşi de çok muhterem, kibar bir hanım, Tolga’nın babası Tolga’nın kardeşi gibi ve çok genç görünüyor, annesini ve dedesini de gördük , maşallah sağlıklı ve sıhhatli insanlar, Kocaköprü köyünde  köy havası ve köyün  nimetleri ile yaşıyorlar, bize yaptıkları bu ikramlar için tüm aile fertlerine çok çok teşekkür ediyoruz ve  sağlıklı uzun ömürler diliyoruz.

*Dönüş yolumuz üzerinde ve deniz kenarındaki Kız Kalesi’nin görülmesi, tarihçesi hakkında bilgi alınması ve civar manzaranın seyri de gezimize ayrı bir renk ve zevk katmıştır.Kız Kalesi kale olmasına rağmen denizin kıyısına 5-10 metre mesafede (çok yakın), İstanbul’daki Kız Kulesi gibi küçücük bir kaledir.

***Mutluyum ve mutluyuz, eşimle beraber (72- 73) yaşımıza geldiğimizde TRABZON, RİZE ve ARTVİN illerimizin görülmeye değer, doğa harikası yer ve diyarlarını sağlık içinde, grup ve devre arkadaşlarımız ile beraber güle – oynaya, gezdik ve gördük.

***Gezinin başlangıcından bitimine kadar tüm sınıf arkadaşlarımı, birbirlerine Teğmen iken yaptığımız komik şakalar yaparken ve gülen yüzleri ile gördüm.Torun sevgisi ile yoğrulmuş muhterem eşlerini anneanne ve babaanneleri, ağarmış saçları ile dedeleri birbirlerinin elinden ve kolundan tutarken  gördüm. Her molada ve alış veriş yerinde torunlarına güzel hediyeler bakan ve beğenen, alan ve onların çok sevineceğini söyleyen anneanne ve babaanneler vardı, onlar daha çok torunları ile telefon görüşmesi yapıyorlardı. İçlerindeki bazı hanımefendilerden, saçlarını boyatanlar ve hatta artık öyle kalsın diye, kar beyaz bırakanlar da vardı.

***Kendisini ihtiyar, fakat delikanlı gibi gören ve hisseden, hala dimdik duran ve hala kendisini genç bir Teğmen olarak kabul eden (72 -73) yaşlarındaki bu emekli subay arkadaşlarımızın saç rengini, siz sormayın ben söylerim, ” henüz kar beyaz olmamış, ama ağarmış ve daha ziyade kırarmış saçlar” … kafasında pek saç kalmayanlar da var. Ama öyle, ama böyle, gezinin bir çok yerinde, gerektiğinde kırk beş dakika veya bir saat yaya yürüyebilen, Tar şelalesinin iki buçuk – üç kilometrelik dik yokuşunu yağmur yağmasına rağmen inen ve çıkan delikanlı arkadaşlarımı kutluyorum. Sağlıklı ve güzel günlerde, el ele ve gönül gönüle… yüce dağları, tepeleri ve engelleri birlikte aşalım diyorum…

***Gezinin son gününde, Maçka yolu ile Sümele Manastır’ına varış Manastır’ın görülmesi ve fotoğraf çekimi…Trabzon orduevine intikal ve akşam yemeği, gece şehir merkezinin gezilmesi ve çarşıda alışveriş, hava alanına intikal, 22:50’de kalkış ile 00:55’de İzmir Menderes Hava Limanı’na ayak basma ve gezinin son bulması.

SONUÇ: Çocukluğumda Türkiyemiz’in 67 ili vardı ve bazı vatandaşlarımız ben Türkiye’nin 67 vilayetini de gezmiş – görmüş birisiyim diye övünürlerdi. Şimdilerde 81 vilayetimiz oldu, çok şükür ben de bu vilayetlerimizin beş on tanesi hariç hemen hemen hepsinin toprağına ayak bastım ve gördüm. Allah sağlık ve ömür verirse inşallah görmediğim yer ve diyarları da görmek kısmet olur.

Geziye katılan tüm arkadaşlarım gibi ben de çok mutlu oldum, sağlıklı güzel günlerde nice gezilerde buluşmak ve görüşmek dileklerimi sunar, anlattığım bu güzel yerleri görmek isteyen tüm okuyucularıma öneririm. Sağlıcakla kalın. 

03 EKİM  2022

Muharrem KAYNAK

 

Yorumlar

Tema Tasarım | AnatoliaWeb