Ana Sayfa Sür Manşet, Yazarlar 27.11.2025 1033 Görüntüleme
Muharrem Kaynak

Muharrem Kaynak

PAYDAMIZ AYNI, PAYIMIZ DA AYNI OLSUN

Üzülüyorum diyorum, sen de kimsin, neye, neden üzülüyorsun diye soru bile sormuyorlar. Demek ki sadece benim değil, herkesin birden fazla derdi var. Ben neye üzüldüğümü biliyorum. Dertler ve üzüntüler paylaştıkça hafifler diye sizlerle paylaşıyorum. Paydamız aynı, payımızda aynı olsun diyorum. Başka bir ifade ile pay ve paydalarımızın eşit olmasını istiyorum. Milletçe bir ve beraber yaşıyorsak, her işi birlikte yapıp başaracak isek, o halde eşit olalım diyorum.

Neye, neden üzülüyorsunuz, ne var sanki üzülecek, sana ne, sana mı kaldı düşünmek diyenlere de demeyenlere de şunları söylüyorum. Kendimi, eş ve çocuklarımı, torunlarımı, onların geleceğini, kendi geçim derdimi düşünüyorum diyorum. Devam ederek Yurdumu, Milletimi ve Cumhuriyetimi bu saydıklarımdan daha çok seviyor ve düşünüyorum diyorum. İşte ben bu yüzden üzülüyorum.

Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin bazı niteliklerinin yavaş yavaş değiştirilmek istendiğini gördükçe, duydukça, hissettikçe ve yaşadıkça üzülüyorum. Bazen sevinecek gibi oluyorum, ne mutlu bizlere diyorum. “Bağımsız Yargımız, Anayasa Mahkememiz, Cumhuriyet Savcılarımız, Hâkim ve Avukatlarımız var diye.” Onlar hukuk fakültesi mezunu, lisans ve ihtisas sahibidir, aralarında doktora ve mastır yapmış olan hukuk Profesörlerimiz bile var diye seviniyorum.

Anayasamız var, kanun ve yönetmelikler var. Hukuk fakültelerinde akademik kariyer sahibi Doçent, Doktor ve Profesörlerimiz var. Onlar bizim hak ve hukukumuzu korurlar diye onlara güveniyorum ve güveniyoruz. İç Hukuk imkânlarımız biterse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) var…

Vatan uğruna şehit ve gazi olan ata ve dedelerimiz vardı, vatan toprağı kutsaldı, kutsal olan toprak satılmazdı. Artık satılıyor, parayı veren toprağı satın alıyor ve artık bende sizin vatandaşınız oldum diyebiliyor. Hangi milletten olursan ol yeter ki, istenilen (dolar) kadar parayı ver sende devletimizin vatandaşı olursun diyorlar. Parayı nereden bulursan bul, getir parayı, al evini ve toprağını…

Vatan hizmeti diye askere giderdi yiğit delikanlılarımız, gidemeyenler ağlardı, askerliğini yapmayana kız bile vermezlerdi. Şimdi anası, babası veya kaynanası, kayın pederi aman bizim oğlumuz, ya da damadımız askere gitmesin, bedeli kaç para ise biz öderiz diye çırpınıyor. Anayasamıza göre tüm vatandaşlarımız kanun önünde eşittir. Öyle olmasına rağmen parası çok olanların para ile (Bedelli) askerlik yapmasına imkân sağlanıyor. Oysa “hiçbir kişiye, aileye ve zümreye imtiyaz tanınamaz.”

Derdim çok, hangisini sayayım/hangisine yanayım. Zengin ve yat sahibi falan iseniz, kullandığınız akaryakıt ucuz, vergisi bile yok. Zenginlerin alıp taktığı mücevher ve pırlantaların da vergisi yok. Ama yoksulun temel tüketim maddelerinden vergi alınıyor. Alın teri ile üreten köylü ve çiftçimizin traktörüne koyduğu mazot pahalı, vergiler çiftçimizin belini büküyor.

Benim emeğim, benim kazancım, benim ederim, refahım ve değerim yabancı para birimi ile ölçülüyor, kişi başına düşen milli gelir, bilmem ne kadar Amerikan doları imiş. Nerde kaldı bizim Türk liramız.

Halkımız yüksek enflasyon ve hayat pahalılığından, maaş ve ücretlerin yetersizliğinden yakınıyor.

Dar gelirli vatandaşlarımız evine et ve süt alamaz oldu. Soğan, patates ve domatesi bile sayarak alacak hale geldik. Büyükşehir yasasına tabi olan ve mahalleye dönüştürülen köylerimizdeki yurttaşlarımız ekmeği ve suyu marketten satın alıyor. Sebze ve meyveyi köyde kurulan pazardan alıyor. Maalesef köylerimizde tarım, ziraat ve hayvancılık ile uğraşan kimse kalmadı. Köylerde yaşayan tarım, ziraat ve hayvancılık ile uğraşan vatandaşlarımız küresel dünyada medya, TV ve kitle haberleşme araçları vasıtası ile bilinçlenmiştir. Artık onlar da lüks ve rahat yaşam ile şehir hayatını tercih etmektedir.

Köylü vatandaşlarımız karda, kışta, yağmur ve çamurda, yazın kızgın güneşin altında yorucu, zor ve meşakkatli işlerle uğraşmak istemiyor. Kolay olanı tercih ediyor. Bilgi ve makine çağının da getirdiği teknik gelişmelere paralel olarak yeniliklerden istifade etmek istiyor. Karasaban, pulluk, kağnı ve öküz arabası dönemi sona erdi. Traktör ve biçer-döverler var, yel değirmenleri ile su değirmenlerinin yerini un fabrikaları aldı. Mahsulün bir ayda ekilmesi, bir ayda biçilmesi ve bir ayda harmandan kaldırılması devir ve dönemi bitti. Tüm bu işler birer günde makine gücü ile yapılıp bitiriliyor. Köylümüz tarlasına kadar otomobil, kamyon ve traktör ile ulaşabiliyor. (At, eşek ve öküz arabası ile ulaşım sona erdi…)

Köylümüz tarlasının toz, toprak ve çamurundan bıkmış. Ağıl, ahır ve damlarda beslediği hayvanların gübre kokusundan da bıkmış durumdadır. Bu sebeplerle bağ, bahçe ve tarla ziraatı ile uğraşmadığı gibi, hayvancılıkla da uğraşmıyor. Bunların haricinde yetiştirdiği ve ürettiği ürünler para etmeyince, devletten destek de alamayınca, vatandaş alın terinin ve emeğinin karşılığını alamıyor. Aklını kullanıp kolay olanı tercih ediyor. Bu yüzden, Türk köylüsü çalışkanlığını yitirmiş, atıl ve tembel hale gelmiştir.

Cennet gibi olan yurdumuzda, bazı sebze ve meyveleri yiyemeden mevsimler gelip geçiyor. Bağ ve bahçelerimiz yok oldu. Dut ve kirazın fiyatı ateş pahası olduğu için yiyemeden mevsimi gelip geçiyor. Başlangıçta yarım, çeyrek ve dilim halinde aldığımız karpuzu mevsim sonuna doğru bütün olarak alabiliyoruz. Çiftçilerimizin girdi maliyetlerini karşılayamaması yüzünden karpuz tarlada kalıyor.

TV’lerde et, süt, balık, sebze ve tatlılardan oluşan en pahalı yemek ve yiyecek yapma yarışmaları yapılıyor. Bir de halkın karşısına geçerek, afiyetle yiyip içip boy gösteriyorlar. Vatandaşlarımız okula gönderdiği çocuğuna harçlık veremeyecek duruma düşmüş durumda iken neler görüyoruz neler…

Önceki yıllarda Özel okul- Paralı okul diye bir şey yoktu. Günümüzde zenginler çocuklarını yüz binlerce lira para ödeyerek özel okullarda okutuyorlar. Fakir aile çocukları devlet okullarında okuyabilirse okuyor. Özel okul (paralı okul), okul öncesinden anaokulundan başlıyor ilk, orta, lise ve üniversiteler var. İsteğe bağlı olarak akşam okulları da var. Açık öğretim, örgün öğretim… vb. Ancak bütün okulların ve hele özel okulların diploması işe alınma esnasında pek geçerli olmuyor.

Üniversite sınavına giren kızını salon kapısında bekleyen dar gelirli bir babanın “inşallah kazanamaz diye” dua ettiğini TV’de gördüğümüzde hepimizin gözleri yaşardı. Neden? Kazanırsa nerede hangi okulda ve nasıl okutacağım, okulunu bitirince nerede ve nasıl ona iş bulacağım endişesi taşıyordu.

Çok şükür köklü, adı yurt çapında ve tüm dünyada duyulmuş akademik kariyeri ve kredisi yüksek üniversitelerimiz var. Her ilde var olan devlet ve özel üniversitelerin diploması pek işe yaramıyor.

Büyük şirket ve işletmeler üniversite mezunlarını işe alırken; Orta Doğu Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Yedi Tepe Üniversitesi gibi üniversitelerin diplomalarını tercih ediyor. Kalburüstü üniversitelerimiz değerini korumaktadır. Diğer üniversitelerin diplomasına sahip olmak pek bir anlam ifade etmiyor, onların eğitim ve öğretim kadrolarındaki elemanların %80’i zaten yok veya eksik deniliyor.

Üniversite mezunu gençlerden oluşan bir işsizler ordumuz var. Gençlerimiz boşuna mı okuduk diye üzülüyorlar ve genç beyinlerimiz göçe zorlanıyor. “Buna Beyin Göçü diyorlar” Tıp doktorlarımıza, mühendislerimize ve hukuk fakültesi mezunu avukatlarımıza da gereken değer ve kıymet verilmediği için göç edenlerin çoğunluğunu doktorlar, hukukçular ve mühendisler oluşturuyor.

En baştan söylediğim gibi üzülüyorum, derdimi paylaşacak insan arıyorum, beni üzen konuların halledilmesi için kime ne diyeceğimi bilemiyorum, bana göre kötüye giden bu işleri gördükçe küsüyorum ve sonunda “Tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok” atasözündeki biçare tavşan olmayı da kendime yakıştıramıyorum. Ne olursa olsun, kim ne derse desin burası benim vatanım. Başka Türkiye yok, ben vatanımı terk etmem, göç edip gitmem ve kaçmam diyorum. Sorunlarım ve dertlerim olsa bile üzülürüm, gerekirse ağlarım ve dertlerimle baş başa yaşarım ama vatanımda yaşarım.

Aklımız ve ileri görüşe sahip fikir ve düşüncelerimiz, düşünce adamlarımız sayesinde bizim de yüzümüz gülecektir. Atatürk İlke ve İnkılâplarını rehber edinerek ve daha çok çalışarak ilerleyeceğiz ve güzel yurdumuzda huzur içinde yaşayacağız, buna inanıyor ve güveniyorum. Ümitliyim, ümidimi yitirmek istemiyorum.

Türk Gençliği asla ve asla umudunu yitirmez, umuda giden yolda hedefine ulaşmak için daha çok çalışır ve hedefine ulaşır.

Mutluyum, Umutluyum, Ne Mutlu Türk’üm Diyene…

27 KASIM 2025

Muharrem KAYNAK

Yorumlar

Tema Tasarım | AnatoliaWeb