Ana Sayfa Sür Manşet, Yazarlar 30.09.2024 941 Görüntüleme
Muharrem Kaynak

Muharrem Kaynak

HALKÇILIK İLKESİNİN BEDENE YANSIMASI ve MODA

Altı Ana Atatürk ilkesinden birisi olan  “Halkçılık” ilkesinin bedene yansımasına kıyafet özgürlüğü diyoruz. Değişik kaynaklarda kıyafet özgürlüğünün karşılığı olarak bireyin renk, form, stil ve modaya göre kısmen ya da tamamen uygun giyinmesi ve dış görünüşüne şekil vermesidir diye tarif edildiğini görürsünüz. Moda ise, yaşama giren geçici yeniliktir. Kişilerin güzel görünmek için yaptıkları değişikliklerdir. Giyim, kuşam, ev içi eşyalar ile takıların ve otomobillerin zamana uygun olarak marka, model, stil ve tarzlarının yenilenmesidir.

Bir zamanlar Hipi’ler vardı, onlar uzun saçlı, kirli, yırtık – pırtık kıyafetleri olan insanlardı. Yurdumuzda onlara özenen ve onları taklit edenlere, onlar gibi kılık, kıyafete bürünenlere “Hipi Kılıklı” derlerdi. Onlar apolitik ve yarını düşünmeden yaşayan çılgın insanlardı. Her yıl Ege adalarından birisinde toplanır, kendi yaşamlarını sergiler, eğlenir ve deşarj olurlardı.

Hadi onlar öyle de, bizde çılgın olan/olmayan kadın/erkek hepimiz” pantolonlarımızı Zil Paça yaptırır da giyerdik “paçalı tavuklar gibi dolaşırdık.” Moda diye uzun dönem Mini eteklerle dolaştı kadın ve kızlarımız. Müteakiben Maksi diye uzun etek modası çıkınca kadın erkek hepimiz uzun etekli elbise, palto ve pardösüler giydik, yerleri ve sokakları süpürdük.

Tüm suratımızı kapatacak büyüklükte güneş gözlüğü taktığımız zamanlar da oldu. Giyecek bir şeyimiz yokmuş gibi sırtımıza Asker Parkası geçirdik, ayaklarımıza postal giydik. Bunlar bir şeylerin sembolü idi. Bir zamanlar erkeklerimizde Favori uzatma sevdası vardı ve yine bir zamanlar Metalciler ve Heavy metalciler falan da vardı.

En büyük devrimcinin Gazi Mustafa Kemal Atatürk olduğunu bilmemize rağmen göğsümüze ve şapkalarımıza kokart olarak Che Guevara’nın resmini taktık, onun siyah beresini taktık. Bu uygulamalara hala bazı gençlerimiz tarafından devam edilmektedir.

Günümüzde gözlemlediğimiz öyle bir grup daha var ki, onlar genç erkek ve kızlarımızdan oluşuyor. Onlara “Z -Kuşağı” diyorlar ve onlara çok güveniliyor. Bu grup anne, baba, dede ve ninelerine falan benzemeyen apayrı bir grup, kılık – kıyafet tavır ve hareketleri, fikir ve düşünceleri ile hiç bize benzemiyor. İnşallah güvendiğimiz dağlara kar yağmaz.

Onlar, giyim – kuşamları ve takıp – takıştırdıkları ile toplumsal yaşamda bize göre birçok değişiklikler sergilemektedir. Z’ kuşağı dâhil, içimizde öyle bir genç nesil var ki onlar saç, baş, kaş ve makyajları ile kulak, ağız, burun ve dudaklarına taktıkları değişik metaller ile çok dikkat çekiyorlar. Vücutlarının görünür veya görünmez yerlerine yaptırdıkları renk – renk, biçim – biçim dövmeleri var. Erkeklerimiz, her gün sinekkaydı sakal tıraşı olmayı bırakmış, onun yerine uzatılmış saç, sakal ve bıyıkları var. Entel sakallı olanlar da var, onlar hemen belli oluyor. Erkekler dar pantolon giyiyor ve ayaklarında çorapsız kundura ayakkabılar var.

Anne, anneanne, babaanne ve ablalarımızın kulaklarına taktıkları bir çift altın küpenin yerini şimdi birden fazla küpeler almış ve kulakları aşağı doğru sarkıyor. Erkeklerimizin çoğu sadece bir kulağına küpe takmakla yetiniyorlardı. Enteller ile sahne sanatçısı olan erkeklerin ayaklarında beş – altı bin liralık spor ayakkabılar veya çorapsız giyilen spor veya kundura ayakkabılar var. Erkeklerin saçları kadınlarımızda olduğu gibi uzatılmış, arkaya toplanmış ve topuz yapılmış, erkeklerinde vücutlarının görünen görünmeyen her tarafı dövmelerle kaplı…

Kız ve kadınlarımızın parmaklarında alyans ve yüzük parmaklarında altın yüzükler olurdu. Azınlıkta olmasına rağmen, şimdi kadın ve erkeklerimizin başparmakları dâhil tüm parmaklarında altın değil değişik metallerden yapılmış, pek de yakışmayan yüzükler var.

Ninelerimiz, annelerimiz, abla ve kız kardeşlerimiz saçlarına ve ellerine kına yakarlardı. Şimdi bayanlar saçlarını sarı, kızıl, kırmızı, kahve, mor ve mavi renge bile boyatıyorlar. Köylerde kadınlarımız başlarına oyalı yazma, ak yaşmak, üslük ve atkı takar kendilerini korurlardı. Tüm bunlar güneşten, yağmur, rüzgâr ve soğuktan korunmak için takılırdı. Bu sayılanlar yöre halkının folkloruna da uygun olan kıyafetlerin tamamlayıcı unsurları idi.

Bir zamanlar takım elbise giyen ve kravat takan, boyalı kundura, rugan ve iskarpin giyen erkeklerimiz vardı onlar yok oldular. Yelekli takım elbise giyene pek rastlayamıyoruz. Adam kendi düğününe bile kirli sakallı damat olarak çıkıyor. Resmi görevler dahil görevlerinizi  kot pantolon ile yapabilirsiniz, üstüne de ceket giyip, kravat ve papyon takabilirsiniz.

Yurdumuzda her yıl Güzellik Yarışmaları yapılırdı. Bununla birlikte Best Model yarışmaları da olurdu, bu yarışmaların jüri heyetleri seçimlerde kendisini lanse edenleri ve podyumlarda boy gösterenleri seçmekte çok zorlanırlardı. Yarışmalarda bayanlar, tuvalet, dekolte ve mayolu kıyafetler içerisinde kendi güzelliklerini sergilerlerdi. Bu tür yarışmaların elemeleri, ön seçimleri, final geceleri ile sahne önü ve arkası faaliyetlerini ilgi ile izlerdik.

Yurdumuzun her yöresinde festival, fuar ve panayırlar ile mevsimine uygun etkinlikler olurdu, kiraz güzeli, zeytin güzeli, karpuz güzeli, domates güzeli… vb. güzellik yarışmaları yapılırdı, kral ve kraliçeler seçilirdi. Konserler… vb. etkinlikler olurdu. Şimdi bu etkinlikler olmasın ve yapılmasın diyen grup, topluluk ve platformlar oluşmaya başladı ve seslerini de duyuruyorlar.

Kılık ve kıyafet konusunda Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün devrimleri bizim için en iyi rehberdir. Suriye, Afganistan ve Irak’lı göçmenler ve sığınmacılar bile yurdumuzda kendi kültürlerine uygun kıyafetler giyerek rahatça dolaşabilmektedirler.

Bu konuda, Atatürk’ün altı ana ilkesinden “ Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılık” birisi olan Halkçılık aklımıza gelmektedir. Kıyafet özgürlüğü için “Halkçılık ” ilkesinin bedene yansımasıdır demekte bir sakınca yoktur. Türk halkı kendi örf, adet, gelenek ve görenekleri ile folklor’una ve kendi sosyal durumuna “velhasıl kendi kültürüne “ uygun olan kıyafetiyle günlük yaşamını sürdürmektedir.

Kişiler kendi mali durumları ile orantılı olarak modaya ayak uydurabilirler. Giyinmek temel ihtiyaçlarımızdandır, ancak modayı takip etmek ve edebilmek lüks ihtiyaçları karşılamaktır.

Malum ihtiyaçlar sonsuzdur, ertelenebilir, ikame edilebilir, zaruri ve lüks türleri de vardır.

Vatanını, Milletini ve Cumhuriyetini seven her Türk vatandaşının kafasını kurcalayan en önemli konulardan biriside şudur; çok değil,  beş  – on yıl sonra memleketimizin bozulan “demografik” yapısının Devletimiz ve Vatandaşlarımız üzerinde yaratabileceği ve bize millet olarak yaşatabileceği olumsuz etkilerdir. Şimdiden devletimizce gerekli önlemler alınmalıdır.

Bazı gazete, dergi ve kuruluşların düzenlediği yarışmalar ile dereceye girerek magazin dünyamıza katılan ünlüler daha sonraları sahne ve sinema sanatçılarımızı oluştururdu. Bu konudaki örnekler bilindiği için birkaç tanesi için bile olsa isim zikretmek istemedim.

1980’li yıllardan beri Türkiye Güzelleri, Miss Turkey Organizasyonu tarafından düzenlenen yarışmalarla seçiliyor. Ancak, 2024 Türkiye Güzellik yarışması birincisi İdil Bilgen kızımızı bir türlü beğenemedik. Güzel mi? Değil mi? Güzel böyle mi olur… vb. eleştiriyoruz. Halkımızın moda, estetik ve güzellik anlayışı değişti sanıyorum. Güzellik göreceli bir kavramdır, kişilere göre de değişebilir ama her seçilen güzel de peri kızı kadar güzel olamaz, sanırım halkımız öyle bir güzel arıyor.

Eskiden genç kızlarımızın sevgililerine el emeği ve göz nuru ile işleyerek verdiği çevre ve mendiller tarih oldu. Artık herkes cebinde kâğıt mendil taşıyor ve kullandıktan sonra çöpe atıyor. Bu usul tıbbi açıdan da çok doğrudur ve uygulama bu şekli ile sürdürülmelidir.

Ancak; bu güzel ve estetik kültür ürünlerimiz sembolik olarak da olsa var olmalı ve varlığını sürdürmelidir. Kadınlarımızın başında oyalı yazma, yaşmak ve yemeniler olurdu ve bunlar türkülerimizin de konusunu oluştururdu, onlar da yok olmasın, türkülerimiz de yok olmasın.

Diğer el işi örgü ve işlemelerin sadece isimlerini sayabiliyoruz yatak, yastık ve karyola takımları, sehpa ve masa örtüleri, kanaviçeler ve iğne oyaları ve işlemeler, el örgüsü kazak, eldiven ve başlıklar, ilvanlı çoraplar, el dokuması ve şayak kumaşlar, halı, kilim, heybe ve torbalar, örtüler, şal, peşkir ve peştamallar ile havlular ve yaygılar… vb. yok oldular. Yok olmasın.

Bu yazdıklarımın bazılarını bir şiirim ile de anlatmaya çalıştım, o şiirimi de sizlerle paylaşıyorum. Şiir gibi bir yaşamınız olsun.

ALTIN YÜZÜK, BİLEZİK ve KÜPE

Anamın da kolunda bilezik, parmağında yüzük vardı

Bizim analarımız da kulaklarına bir çift küpe takardı

Şimdiki analar, kadınlar ve kızlar neler takıyor, neler

Bilezik yerine bir ip veya meşin bağlıyor bileğine

Kazağı sırtına giyeceğine, arkadan bağlıyor beline

Anlamak çok zor bir şeyler mi gizliyorlar ne

 

Hangi yüzük parmağı, yüzük dolu tüm parmakları

Birisinde hiç küpe yok diğerinde çok, sarkıyor kulakları

Burnuna takılı olan şey hızmadır, zincirle kulağına bağlıdır

Kaşında, gözünde, dudağında, dilinde demirler takılı

Daha neler var neler, görürsünüz ayaklarındaki halhalı

Bazılarının burnu ve dudağı delik, demirli veya halkalı

 

Koluna, alnına, boynuna ve yüzüne, daha bilmem nerelerine

Dövme yaptırmışlar, kimisi geçici, kimisi kalıcı hiç çıkmıyor

Saçlar boyalı, sarı, mavi, yeşil, kırmızı, kahverengi, mor

Kaşlarını ve gözlerini boyamış bunlar, bir başka karadır rengi

Dudakları boyalı, ama yanakları al falan değil, bir başkadır rengi

Ben kendimce bunlara yanlış diyorum, sen ne dersin efendi…

Muharrem KAYNAK

30 EYLÜL 2024

Yorumlar

Tema Tasarım | AnatoliaWeb